NAZIM HİKMET RAN
Nazım
Hkmet Ran, türk şair (Selanik 1902 – Moskova 1963). Ressam
Celile Hanım’la Matbuat umum müdürlüğü görevinde bulunmuş
Hikmet Bey’in oğludur. Yağlıkçı Hüseyin Ağa’nın torunlarından
olan baba tarafından dedesi mevlevi şair Mehmet Nazım
Paşa’nın son türk valisi olarak görevli bulunduğu Selanik’te
doğdu. Çocukluğu “bir devrin tarihi”(1932) gibi yapıtları,
Ahmet Rifai, İbni Fariz, Abdülkadir Belhi gibi mutasavvıf
ve şairlerden çevirileriyle yayımlanmamış bir şiir kitabı
bulunan Mehmet Nazım Paşa’nın yanında geçti. İlk şiir
denemelerini onun etkisinde kaleme aldı. Anne tarafından
büyük dedelerinden biri olan tarihçi Mustafa Celalettin
Paşa ise ülkesinde özgürlük savaşımına katıldığı için
kovuşturmaya uğramış, İstanbul’a gelerek din ve uyruk
değiştirmiş, osmanlı ordusunda yükselmiş, 1871 Karadağ
Savaşı’nda şehit düşmüştü. Eski ve Yeni Türkler adlı yapıtında
Türkler’in kökenini araştıran Mustafa Celalettin Paşa
da türkçenin tarihiyle ilgili araştırmaların sahibidir.
Bu yapıtlarda savunulan düşünceler Nazım Paşa’nın damadı
Samih tarafından geliştirilerek Cumhutiyet’in ilk dönemlerindeki
resmi tarih ve dil anlayışına kaynak olmuştur.
Nazım Hikmet Galatasaray sultanisi ve
Nişantaşı nümune mektebi’ndeki öğreniminden sonra Heybeliada
bahriye mektebi’nde okudu. Hamidiye okul gemisi’nde stajyer
güverte subayı olarak görev yaparken sağlık nedeniyle
ordudan ayrıldı(1920). Bu sırada yurtseverlik duygularını
taşıyan ilk şiirleri yayımlandı. İstanbul’un işgali üzerine
Kurtuluş Savaşı’nı destekleyerek Anadolu’ya geçti.(1921).
Bolu sultanisinin iptidai bölümünde öğretmen olarak görevlendirildi.
Bir süre sonra öğrenimini tamamlamak üzere Moskova’ya
giderek fransızca öğretim yapan KUTV’de (Doğu emekçileri
komünist üniversitesi) siyasi bilimler ve iktisat okudu.
Yurda dönüşünden sonra marxçı görüşü savunan eylemi ve
yağıtlarıyla büyük ün kazandı. Türkiye Sosyalist işçi
– köylü partisi’nin yayın organı Aydınlık dergisinde çıkan
şiirleri ve yazıları yüzünden kovuşturmaya uğraması üzerine
yeniden Moskova’ya giderek iki yıl kaldı(1926 –28); yokluğunda
15 yıl hüküm giydi, ancak Cumhuriyet’in 5. Yıldönümü dolayısıyla
ilan edilen aftan yararlandı. 1931, 1933 yıllarında aldığı
mahkümiyetler ise Cumhuriyet’in 10. Yıldönümüneki affın
kapsamaına girdi. 1938’de orduyu ve donanmayı isyana tahrik
ettiği gerekçesiyle toplam 28 yıl 4 aya mahküm edildi.
Bu son ve en uzun hapishane yaşamı boyunca yapıtlarını
yazmayı sürdürdü. 1949’da suçsuzluğu konusunda Vatan gazetesi
başyazarı A.E. Yalman’ın başlattığı kampanya, yurtiçinde
ve yurtdışında geniş yankılar uyandırdı.
Farklı siyasal görüşlerdeki pek çok
siyaset, sanat, bilim adamı kampanyayı destekledi. Bu
sırada kabul edilen genel af yasasıyla özgürlüğüne kavuştu(1950).
Yaşamının tehlikede olduğu korkusuyla Türkiye’den ayrılarak
Moskova’ya gitti; bu yüzden de yurttaşlıktan çıkarıldı(1951).
Türkiye’de uzun yıllar yasaklanmış olan yapıtları, 1965’ten
sonra yeniden basıldı. İlk şiir denemelerinden sonraki
ürünleri yaşamının 3 ayrı dönemine bağlı olarak şöyle
bölümlenir: 1. 1938’deki uzun süreli mahkumüyetine kadar
yazdıkları; 2. 1928 – 1950 yıllarında cezaevinde yazdıkları;
3. Türkiye’den ayrıldıktan sonra yazdıkları.
1. Dönem türk edebiyatının gelişiminde
serbest şiire temel oluşturan biçim özellikleriyle dikkati
çeker. Vezin bırakılmıştır. Dizeler parçalanır; söz grupları
hatta sözcükler kırılarak birbirinin merdiven basamakları
gibi izler. Yinelemelere başvurulur. Şaşırtıcı, keskin
uyaklar, iç uyaklar kullanılır. Söylevsi anlatıma, argoya,
ses taklitlerine geniş yer verilir. Bu şiir içerik bakımdan
marxçı – leninci siyasal ve toplumsal görüşe dayanır.
Maddeciliğe karşıt görüşleri eleştirir;
okurunu eyleme çağırır, eylemin koşullarını tartışır.
Bu arada devrimciyi sıradan insan görünüşüyle ele alarak
yalnızlığını, aşkını, karşılaştığı tehlikeleri konu edinir.
İnsanın makineyle ilişkisi, makineyi üreten insanın onunla
bütünleşmesi, ona egemen olması üzerinde durur; makinenin
ve öteki üretim araçlarının, eşitçe paylaşılması gerektiğini
savunur (835 satır(1929), Varan 3(1930), 1+1=Bir(1930),
Sesini kaybeden şehir(1931), Gece gelen telgraf(1932)).
Birbirine uzak ülkelerdeki devrimci
eylemlerle ilgilenir. Bu temayı işlerken daha geniş oylumlu
bir anlatıma yönelmiş, yer yer düz yazıdan, destan ve
roman türlerinden yararlanmıştır. Çin’de ( Jokond ile
Si-Ya-U)(1929), Hindistan’da (Benerci kendini niçin öldürdü)(1932),
Etyopya’da (Taranta Babu’ya mektuplar)(1935) batı emperyalizminin
etkilerini, sömürgeciliğe karşı direniş hareketlerini
ele alır. Bu çerçevedeki yapıtlarının türk tarihiyle ile
ilgili olanı Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedrettin destanı’dır(1936).
Bu yapıtta XV.yy başında Anadolu ve Rumeli’de gelişen
bir halk ayaklanmasını yorumlarken anlatımda da tarihsel
metinlerden, divan ve halk edebiyatından yararlanmıştır.
1929 yılında “Putları kırıyoruz” sloganıyla eski kuşağa
yönelttiği eleştiriler sert yanıtlara yol açtı. Bu konuyla
ilgili yergi şiirlerini Portreler(1935) kitabında derledi.
Bu dönemde yeni düşünceleri, kullandığı yeni biçim ve
anlatımıyla büyük ilgi toplamıştı. Kendi sesiyle doldurduğu
şiir kitapları ilgi görüyor, özellikle çoşkulu ve lirizme
yönelik şiirleri (Salkımsöğüt, Mavi Gözlü Dev, Minnacık
Kadın ve Hanımelleri vd.) seviliyordu.
Uzun tutukluluk döneminin şiirleri olan
2. Dönem şiirleri hapishaneye, halktan insanlara, toplumsal
gerçeklere yönelik gözlemlerle beslenir(Dört Hapishaneden)(1966).
Bu şiirler arasında devrimcilikle bireysel sorunları birleştiren,
lirizme de geniş yer veren ürünler yer alır(Saat 21-22
şiirler)(1965), diyalektik maddecilik, geleneksel düşünceyle
karşılaştırılır (Rubailer)(1966). Dönemin asıl özgün ürünü,
Türkiye tarihinin İkinci Meşrutiyet’ten İkini Dünya Savaşı’na
uzanan bir kesitini veren Memleketimden İnsan Manzaraları’dır
(1966-67). Şiirin yanısıra düzyazı olanaklarından, tiyatro,
senaryo tekniklerinden yararlanılan bu yapıtta türlü toplumsal
kesimlere, yaşam gerçeklerine bağlı geniş bir hikaye kadrosu
yer alır. Kuvayi Milliye adıyla da yayınlamış olan ünlü
“Kurtuluş Savaş Destanı” bu yapıtın bir bölümünü oluşturur.
3. dönem şiirleri (Yeni Şiirleri)(1966),
(Son Şiirleri)(1970) eski yapıtlarındaki söylev tekniğinden
iyice uzaklaşmış görünür. Yurt özlemini, sevgiyi, ölümü,
gelecek güzel günlere inancı konu edinen şiirler duygulu
bir iç dökme, okuruyla serbest bir söyleşme niteliğindeki
anlatımıyla dikkati çeker. Düzyazıdan röportaj tekniğinden
(Havana Röportajı), özgür çağrışımlardan (Saman Sarısı)
yararlanan şair, artık bütün şiir biçimlerinden etkilendiğini
halk şiirinin vezinlerini ve uyağı kullanmaktan kaçınmadığını
anlatır; sevgiyi, yaşamı, ölümü, sevinci, kader, umudu,
umutsuzluğu, “insana özgü olan her şeyi” i konu edindiğine
dikkat çeker. Sanat yaşamının başlangıcıyla birlikte tiyatro
ile de yakından ilgilenmiştir. İlk oyunlarından “Bir Ölü
Evi” (1932) insanoğlunun içtenlizsik davranışlarına yöneltilmiş
bir ahlak eleştirisidir. Babasının ölümünün ardından dökülen
gözyaşlarının arkasındaki miras çekişmelerini, insanların
çıkar düşkünlüklerini sahneye getirir. Kafatası(1932),
kapitalist toplumda bilimin insan yararına kullanılmasının
çıkar çevrelerce nasıl engellendiği savına dayanır; basın,
sağlık sektörü, ilaç sanayisi gibi kurumları eleştirir.
Ailede kadının ihanetiyle ilgili “Unutulan
Adam” (1935), yanlış davranışların, tutkuların doğurduğu
olumsuz sonuçları sergiler. Daha sonraki yılların ürünü
“İnek”, ilkel üretimden teknolojiye geçiş aşamasının sorunlarını
tartışırken üretim araçlarından en verimli şekilde yararlanabilmenin
koşullarını araştırır. Sabahat, tutukluluğunun geçtiği
Bursa’da marangoz atölyesi, dokuma fabrikası ve cezaevi
çevrelerindeki yaşamlardan kesit verir. Tiyatroda gerçekçi
gözlemleri masal ve halk hikayesi kaynağıyla birleştiren
“Ferhat ile Şirin” kişisel aşkın toplumsal ülküye dönüşmesinin
hikayesidir. “Yusuf ile Menofis” kurnaz ve bencil bir
kişilik içinde yorumladığı kutsal kitap kahramanını özverili
bir halk adamıyla karşılaştırır. Tuluat tiyatrosu olanaklarından
yararlandığı “İvan İvanoviç var mıydı yok muydu” SSCB’de
yöneticilerin emekçilerden kopmasını eleştiren bir taşlamadır.
Yaşamına tanıklık eden, sanat görüşlerini açıklayan mektuplardan
birçoğu kitaplarda derlenmiştir: “Kemal Tahir’e mapushaneden
mektuplar”(1968), ”Oğlum, canım, evladım, Memed’im”(1968),
“Va-Nu’lara mektuplar”(1970), “Nazım ile Piraye”(1976).
/YAPITLARI
/KRONOLOJİ