NAZIM HİKMET HAKKINDA AZ BİLİNENLER
VATAN HAİNİ ŞAİR
Nazım Hikmet 3 Haziran 1963’de öldü ama öldükten sonra da şiirleri, komünistliği, aşkları, vatandaşlığı ile her zaman gündemde kaldı. Nazım sadece bir şair, yazar değildi. O bir komünistti. Türkiye'de bugüne kadar yüzbinlerce kişinin "sosyalizm", "devrim" fikirleriyle tanışmasına aracılık eden Nazım'ın bir komünist olarak yaşadıkları ve deneyimleri biz yeni kuşaklar için de önem taşıyor.
Nazım 1901'de varlıklı ve Osmanlı'da üst düzey memurluklar da yapmış bir ailenin çocuğu olarak doğdu. 1920'de Sovyetler Birliği'ne girerken gümrükte Nazım'ın ailesinde benzerleri Sovyetlerde alaşağı edilen paşalar olduğu anlaşılınca Sovyet görevlileri şaşırmıştı.

Komünizmle tanışma
Nazım I. Dünya Savaşı sonrası Anadolu'da başlayan ulusal kurtuluş mücadelesinden etkilenir ve 1920'lerde bir vatansever olarak Anadolu'ya geçmeye karar verir. Anadolu'ya geldiğinde Almanya'da okumuş ve oradaki devrimci hareket içerisinde şekillenmiş sosyalistlerle tanışır. Kendilerini Spartakistler olarak tanıtan bu genç sosyalistler Nazım'a ve arkadaşı Vala Nureddin'e Marks'ı, Engels'i, Lenin'i, Roza'yı, Rusya'da Bolşevik Parti liderliğindeki işçi devrimini anlatırlar. Nazım kendisi için yepyeni ve heyecan verici bu bilgilerden çok etkilenir. Tartışmalar ve sohbetler uzar. Daha sonra kendisi bu günleri "üniversite gibiydi"diye tarifler.

Ekim Devrimi'nin yarattığı devrimci hava dünyayı sararken Nazım da bu havadan payına düşeni alır. Kuvayı Milliye hareketine karşı eleştirilerde bile bulunmaya başlar.İçki yasağının olduğu, halkın açlıktan ve yoksulluktan kırıldığı bu günlerde Kuvayı Milliyeci paşaların içki masalarını gördüğünde aklı da yüreği de kabul etmiyordu bu uçurumu.

SSCB’ye gidiş
Sosyalist devrimi yakından görmek için Sovyetler'e gitmeye karar verir. Türk yetkilileri atlatarak 1921 yazında Sovyetler'e geçmeyi başarır. Kuzeydoğu sınırı sosyalistler için güvenli değildir. Sekiz ay kadar önce Mustafa Suphi ve arkadaşları bu bölgede öldürülmüştür.

Batum'a ulaştığında "özgürlük kokuyor Batum" diye yazar. Kadınların yalnız ve rahatça dolaşması, kadınlı erkekli gurupların politik konularda sohbetleri, şakalaşmaları onu şaşırtır. Oradan Moskova'ya geçen Nazım, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) kaydolur.

Bu yıllar Sovyetler'de iç savaşın yeni bitiği, milyonlarca insanın açlıkla boğuştuğu, Alman Devrimi'nin yenildiği, Sovyetler Birliği'nin yalnız kaldığı yıllardır. Devrimi gerçekleştiren işçilerin büyük bir çoğunluğu ölmüş, parti ve devlet yönetimi içerisinde bürokrasi gelişmeye, yeni ayrıcalıklı sınıflar ortaya çıkmaya başlamıştır ve devrim kaybedilmektedir. Lenin'in ölümü sonrası bu süreç daha da hızlanır. Stalin bu yeni gelişen ayrıcalıklı sınıfın liderliğini yaparak "tek ülkede sosyalizm" teorisini hayata geçirir.

Nazım ve Troçki
Buna karşılık devrimin kazanımlarının korunması, dünya devrimi için çabalamak gerektiğini söyleyen Troçki Stalin'e karşı sol muhalefetin liderliğini yapar. Nazım Sovyetler'de ilk bulunduğu yıllarda bu gelişmeleri yakından izler ve Troçki'yi destekler. Fakat Sovyetler Birliği'nde sol muhalefet üstünlük sağlayamaz. Stalin iktidarı tam olarak ele geçirir. Nazım'ın okuduğu KUTV'da da yöneticiler öğrencileri baskı altına almaya başlar. Karşı devrim sonrası okulun adı Doğu Emekçileri Stalin Üniversitesi olarak değiştirilir. Nazım hayatı boyunca dünya devrimi düşüncesinden uzaklaşmasa da Sovyetler'deki tartışmalarda hiçbir zaman Troçki'yi açıkça desteklemez.

O tarihlerde Nazım'ın KUTV'da yaşadığı ilginç bir olayı aktaralım. Troçki'nin KUTV' da konuşma yapmaya geldiği bir gün Stalinistler Troçki'yi protesto etmeyi organize ederler. Troçki konuşmaya başladığında öğrenciler salonu birer ikişer terk edecek, Troçki'yi salonda yalnız bırakacaklardır. Troçki konuşmaya başlayınca, öğrenciler salonu terk etmeye başlarlar. Sonunda salonda sadece bir kişi kalır: Nazım Hikmet. Troçki konuşmasını hazırladığı biçimde bitirir ve kendisini hayranlıkla izleyen bu öğrenciyi selamlayıp salondan çıkar. Arkadaşları öfkeyle Nazım'a "sen Troçkist misin?"diye sorarlar. Nazım'ın cevabı ise "Hayır, Troçkist değilim... Adam çok güzel konuşuyordu, onu hayranlıkla dinledim... Böyle bir güzelliği bırakıp çıkamadım..." olur.

Türkiye’ye dönüş
Nazım 1924 Ekim'inde gizlice Türkiye'ye girer. 1923'de kurulan Türkiye Sosyalist İşçi Köylü Partisi'nin yayın organı olan "Orak Çekiç" ve "Aydınlık" dergilerinde çalışmaya başlar. Sokak satışları da yapan Orak Çekiç yazarlarının özgürlüğü fazla sürmez. 1925'de çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası ile birlikte İstiklal Mahkemeleri kurulur. Doğuda Kürtlere, batıda ise komünistlere karşı amansız bir saldırıları başlar. Nazım bu dönemde tekrar Sovyetler'e kaçmak zorunda kalır. Bu kez üç yıl kaldığı Sovyetler'de her şeyi değişmiş bulur. Eski günlerden eser yoktur.

“Polis ajanı” suçlaması
1928'de Türkiye'de çıkan af haberiyle birlikte tekrar Türkiye döner. TKP bu yıllarda tutuklamalar, parti içi tartışmalar nedeniyle dağınık bir haldedir. Parti içinde TKP'nin Türkiye'de yaşananlara karşı tutumsuz kalması, mücadeleden uzaklaşması, uluslararası işçi mücadeleleriyle dayanışmanın eksikliği, Sovyetler Birliği'nde yaşanan süreç ve Komintern'in politikalarına karşı yapılan tartışmalar TKP içerisinden bir muhalefetin çıkmasını neden olur. Muhalefet acil bir kongrenin çağrılmasını ister. Fakat Komintern buna izin vermez. Parti içinde farklı bir örgütlenme kuran Nazım ve arkadaşları, çok geçmeden partiden uzaklaştırılırlar. 1932 yılı TKP kongresinde Nazım Hikmet ve arkadaşlarının Komintern kararlarını eleştirme özgürlüğü isteyen başka bir örgütlenme içinde yer aldıkları için partiden uzaklaştırılmalarına karar verilir. Şefik Hüsnü, 1935'de, Stalin karşıtı çalışmalar yüzünden Nazım Hikmet ve arkadaşlarının partiden çıkarıldığını bildiren bir raporu Moskova'ya gönderir. Nazım Hikmet, Zeki Baştımar gibi partinin önemli isimlerinin bulunduğu 45 kişi "polis ajanı", "karşı-devrimci" ve "Troçkist" olmakla suçlanır. Komintern bülteniyle duyurulan bu haber, hazırlanan kara listeyle birlikte 1 Haziran 1936 da "Orak-Çekiç"de yayımlanır.

Aynı yıllarda Sovyetler'de "Moskova Yargılamaları" yaşanıyor, başta eski Bolşevikler olmak üzere Stalin'e muhalefet edenler tasfiye ediliyor, idam, sürgün cezalarına çarptırılıyorlardı. Dr. Hikmet Kıvılcımlı, "Marksizm'in Kalpazanları" adlı kitabında, "Nazım'ın dış görünüşünün altında bir burjuva şairi yatıyor" diye yazıyordu. Örgütsüz kalan Nazım cezaevine girmeden önceki yıllarını dünyada ve Türkiye'de yükselmeye başlayan faşist tehlikeye, turancılara karşı Babı-Ali'deki bir grup aydın devrimci yazarla birlikte anti-faşist yazılar yazarak geçirir. 1937'de tutuklanması sonrası tekrar özgürlüğe kavuşması için onüç sene geçmesi gerekir. Nazım haksız yere (gerçi komünist olması yeterli) yattığı yıllar boyunca edebiyat alanında yoğunlaşır. Bu çalışmalar dışında takma adlarla gazetelere, dergilere politik yazılar yazar. Nazım'ın cezaevindeki son yıllarında Nazım'ı sevenler bütün dünyaya yaydıkları bir "Nazım'a Özgürlük Kampanyası" yaparlar. Nazım'ı bütün dünya tanır. TKP, Moskova'ya "Nazım legal alanda yararlı olabilir" diye bir rapor yazar.

Yeniden SSCB’ye gidiş
1950 yılında cezaevinden çıktığında dünya emperyalist iki büyük bloğa ayrılmıştır. Bir yanda SSCB diğer yanda ABD. Soğuk savaşın kızıştığı bu yıllarda. ABD'de McCarthy dönemi yaşanmakta ve bütün komünistler, bir zamanlar en küçük demokratik kampanyalara katılmış insanlar bile yargılanıp, işsiz bırakmakta, hapse atılmakta ve hatta idam edilmektedirler. ABD bloğunda yer alan Türkiye'de de anti- komünist propagandaya hız verilmiştir. Benzer uygulamaların yaşandığı Türkiye'de Nazım'a yaşam hakkı yoktur. Tek alternatifi SSCB’ye gitmektir. TKP'ye başvuran Nazım ülkeden kaçırılır.

Nazım ve Stalin
Nazım, Sovyet Bloğuna gider ama Stalin döneminde SSCB iktidarının sapmalarına müthiş bir kin duyar. "Deli bir despotun çılgınlıklarının kurbanı olarak düşen Lenin'in en sadık dostlarının acı akıbetinden kurtuluşum otuzlu ve kırklı yıllarda SSCB'de bulunmayışımdandır" der. Nazım'ın siyasi mülteci olarak SSCB'de bulunan en yakın dostlarının çoğu tutuklanmış, Sovyet çalışma kamplarında ve cezaevlerinde kalmış, sürülmüş veya öldürülmüşlerdir.

SCBB'ye geldiğinde nerede olduklarını sorup, doğru dürüst haber alamadığı gençlik arkadaşlarından sağ kalanlarla görüştükçe gerçekleri daha net görmeye başlar ve öldürülen arkadaşlarının anısına şu şiiri yazar:

...

Hacı oğlu Salih memleketimdendi ,

Karadeniz'den.

Kocaman gözlü, kocaman burunluydu,

dazlaktı,

komünistti on dokuzdan.

Dövüştü,

hapse düştü,

yattı Ankara'da, Kırşehir'de

sonra geçti bu yana,

yani ikinci vatana.

Baytardı . Kirofabat köylerinde hasta keçilere baktı.

Yıllar, eğrilen bir yün ipliği gibi aktı

namuslu, çalışkan parmaklarından.

Sonra, 49'da Moskova'da, Martın onuncu gecesi,

oturmuş Engels'i okuyordu,

geldiler, götürdüler,

sürdüler Altay Bucağına.

Ne bir dağ devrildi içinde, hatta ne bir toprak parçası kaydı.

Yalnız inme indi sağına,

altmış yedi yaşındaydı.

Altı yıl, Hacı oğlu Salih

kutladı İnkılabın yıldönümünü

tel örgüler ve kurt köpekleriyle çevrili.

Ve öldü bir bahar günü

elli kişilik barakasında.

Bu akşam Moskova'da bayram eyledik,

kutladık İnkılabın yıldönümü:

Dolaştı türkü söyleyerek meydanları Marks

Engels

Lenin

ve Temize çıkma kağıdı Salih'in...

...

Nazım, Bolşevik Devrim'in ve Lenin'in mirasını yiyen Stalinistlere "bir gram insanlığı olmayan asalaklar" diyordu. SSCB, Nazım'ın yirmili yıllarda geldiği ülke değildi artık. Kendisi SSCB'nin durumunu şöyle anlatıyor:

"Söz gelişi ben, yirmili yılların başlarında Sovyet Rusya'ya gelince, herhangi bir Sovyet yurttaşının bütün haklarına sahip olmuştum. Rus arkadaşlarım gibi Sovyet seçimlerine katıldım. İstediğim resmi görev için adaylığımı koyabilir, bütün cumhuriyetin başkanı bile seçilebilirdim. Kısıtlamalar, yöntemsel farklılıklar, kırk yıl önce bizim için modası geçmiş kavramlardı. Burjuva saplantıları! Her şey ne kadar değişmiş! Ellili yıllar başında Sovyetler Birliği'ne geldiğimde Sovyet vatandaşı olabilmem söz konusu dahi edilmediği gibi, parti üyeliğine adaylığım, devrim uğruna yıllarca sürmüş mücadeleme, devrimcilikten dolayı yıllarca hapis yatmış olmama rağmen "iç tüzük uyarınca" kabul edilmedi. Böyle cevap verdiler bana"

SSCB'deki ilk günlerinde Nazım'a Moskova tiyatrolarında gösterimde olan bir dizi oyun izletilir ve onuruna verilen yemekte değerlendirme yapması istenir. Nazım oyunlar hakkında şöyle der: "On günde on oyun izledim, aslında hepsi aynı oyundu, adları değişikti sadece. Hepsinde Yoldaş Stalin övülüyordu." Nazım "Stalin bizim güneşimizdir" gibi bir pohpohlamanın anlamsızlığını, övgünün değerlendirilerek yapılması gerektiğini söyleyince, Simonov (Yunanlı şair) ve karısı ona şiddetle karşı çıkar ve "Biz yoldaş Stalin'i pohpohlamıyoruz, o gerçekten bizim güneşimizdir. Böyle konuşmana izin veremeyiz" derler. O günlerde Kremlin Sarayı'na Stalin'le görüşmesi için çağrılacak olan Nazım bu olay sonrası önlem olarak Stalin yerine Malenkov'la görüştürülür.

Nazım SSCB'de yükselen Rus şovenizmini de çarpıcı bir şekilde anlatır, sonuçları ve nedenlerini gözler önüne serer:

"Altı ay önce Sovyet Ortadoğusu'nu gezdim. Azerbaycan'ı, Ermenistan'ı, Özbekistan'ı! Her tarafta ulusallık duygusunun muazzam uyanışı. Ruslara karşı kin! Lenin'in aşırı büyük-Rusya milliyetçiliğinin, çarlık döneminde ezilmiş halkların milliyetçiliğini alevlendireceğine dair öngörüleri vardı ya, ne kadar doğrulanmış olduğunu görmek olanağı buldum. Bu aşırı büyük-Rusya milliyetçiliği, hile ve zulümle, Stalin'in uzun diktası boyunca gerçekleştirilmiş"

Nazım’a Stalinist sansür
Nazım SSCB de bulunduğu yıllarda Stalinizmi ve bürokrasiyi eleştiren piyesler yazdı. Öyle ki "İvan İvonoviç Var mıydı? Yok muydu?" adlı oyunu ilk gün sahneye koyulduktan sonra hemen gösterimden kaldırıldı. Oyunun yasaklanması sonrası Nazım bunalıma girecek kadar üzülür. Nazım daha sonra arkadaşlarına intihar etmeyi bile düşündüğünü anlatır.

Nazım, baskıcı bir diktatörlüğe dönüşmüş Sovyetler'de yaşananların nedenini Stalin olarak görüyordu. 1961 yılında Nazım Stalin'e ve onun putlaştırılmasına olan öfkesini ve ölümüyle birlikte nasıl rahatladığını şu şiiriyle anlatır:

...

Taştandı tunçtandı alçıdandı kağıttandı iki santimden yedi metreye

kadar

Taştan tunçtan alçıdan ve kağıttan çizmeleri dibindeydik şehrin bütün

meydanlarında

parklarda ağaçlarımızın üstündeydi taştan tunçtan alçıdan ve kağıttan

gölgesi

taştan tunçtan alçıdan ve kağıttan bıyıkları lokantalarda içindeydi

çorbalarımızın

odalarımızda taştan tunçtan alçıdan ve kağıttan gözleri önündeydik

yok oldu bir sabah

yok oldu çizmesi meydanlardan

gölgesi ağaçlarımızın üstünden

çorbamızdan bıyığı

odalarımızdan gözleri

ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kağıdın

...

Nazım ve Lenin
Nazım, bütün tehlikelere karşın yaşamının son yıllarını geçirdiği ülkenin gençlik yıllarında geldiği ülke olmadığını hemen hemen her şiirinde dile getirmiştir. Son döneminde yazdığı şiirlerde ısrarla sadece Lenin'i referans vermiştir. 1956 yılının Mart ayında yapılan Yirminci Kongre'de Kruşçev'in konuşmasıyla Stalin döneminde yapılan cinayetler ortaya dökülür. Kruşçev'in açıklamaları sonrası Nazım'ın etrafındakiler ne diyeceğini bilmez bir şaşkınlık içindeyken Nazım şu şiiri yazar

...

Komünistler, bir çift sözüm var size :

ister devlet başında olun, ister zindanda,

ister sıra neferi, ister parti katibi,

Lenin girebilmeli, her zaman, her mekanda

işinize, evinize, bütün ömrünüze

kendi işi, öz evi, kendi ömrüymüş gibi.

...

SSCB gerçeklerini şiirleriyle anlatmış olan Nazım hiçbir zaman Stalinizme teslim olmamıştır.

Ehrenburglardan farkı

Nazım, SSCB'deki diğer sanatçılara asla benzemedi. Nazım, bu dönemlerde Ehrenburg'la yaşadığı bir olayı anlatır:

"1951'de ya da 1952'de Moskova'da SSCB ressamlarının sergisini gezdiğimiz bir gün... Önemli yazarlardan bir grup oluşturuyorduk biz; bir salondan ötekine, yanım sıra İlya Ehrenburg yürüyordu. Kendimi eleştirel yorumlar yapmaktan alıkoyamıyor, üstelik alçak sesle bunları arkadaşlarıma söylüyordum. Onun fikrime katılmadığını, tersine yüksek sözle övgüler düzdüğünü görünce çok şaşırdım. Onunla tartışmaya hazırlanıyordum ki beni yan odalardan birisine itti, çevresine kaygılı kaygılı bakınarak 'Sen deli misin' dedi 'ben altmış yaşındayım, daha on yıl yaşamak istiyorum'... Sonra, sergiyi gezmeye devam ettik, ama sessizlik içinde..."

Stalin armağanı kazanmış, yüz binlerce hatta milyonlarca rubleyi cebe indirmiş Surkov, Ehrenburg ve Simonov gibilerine, "...evet, muhakkak, şahane bir kabuldü; memleketin bütün zenginliklerini emrime verdiler; görkemli bir apartman, yazlık diye bir datch tahsis ettiler; lüks şölenlere çağrıldım...gazeteler beni öve öve göklere çıkartıyor... ama yanıldılar, ağır bir şekilde yanıldılar, beni 'satın almayı' başaramadılar, hiçbir zaman da başaramayacaklar."

Asıl önemlisi Nazım'ın bu fikirlerini bilenler, SSCB'de Stalin döneminde yaşanan katliamları, anti-demokratik uygulamaları bilen arkadaşları, dönemin sosyalistleri hiç bir şey yazıp açıklamadılar. Kulaklarını tıkayıp, gözlerini kapatıp, ağızlarına kilit vurdular. "Ama ben dünyanın en hür komünistiyim, istediğimi, düşündüğümü serbestçe söylerim" diyerek Zekeriya Sertel'le konuşan Nazım, kendisini dışlayan ve partinin başında bulunan arkadaşlarına "ciğeri beş para etmez, kafası işlemez, boyun eğmesinden başka bir şey bilmezler" diyordu. Ama Nazım'ın mirasından yararlandılar, onunla ilgili anılarıyla övünüp durdular. SSCB'yi bizlere "sosyalist anavatan", Stalin'i de "güneşimiz" olarak anlatmaya devam ettiler.

Nazım’ın oğlu Mehmet Fuat'ın kitabından bir bölümü aktarmak gerekiyor:

"Düşüncelerini açık açık söylemekten çekiniyor, susuyor, zor durumda kalırsa başına bir şey gelmemesi için, inanmadığı sözler ediyor, ama yeri geldikçe güvendiği arkadaşlarına bu tedirginliğini aktarıyordu... Aslında bir konuk olarak bulunduğu Sovyetler Birliği'nde Stalinci yönetimden korkmamak imkansızdı... Özgürlükçü davranışları, bir takım uygulamaları, eleştirileri göze batmakta, arada bir yakınları tarafından uyarılmaktaydı. Bir iki kez de sorumlu kişilerce uyarılmıştı. Kulağına, disiplinsiz davranışlarını sürdürürse, yemeklerine katılan ilaçlarla yavaş yavaş zehirlenebileceği, yada bir kazaya kurban gidebileceği gibi dedikodular da geliyordu."

Nazım 3 Haziran 1963 günü eli sabah gazetelerine uzanırken öldü. İyi bir sosyalist olarak yaşadı, tartışılacak yanları olsa da (mesela Kürt sorununa ilişkin açık bir şekilde bir şeyler yazmaması gibi) hep halkların özgürce ve eşit bir şekilde yaşayacağı bir dünyanın kurulacağına inandı:

...

Yüzüne yılbaşı ağacının telli pulu

aydınlığı vuran çocuk

belli, bilmiyorum neden, ama belli

yaşayacak benden iki kere çok.

Kosmosa filan gidip gelecek. İş bunda değil.

Yeryüzünde görecek mucizenin büyüğünü :

tek insan milletini pırıl pırıl.

Ben iyimserim, dostlar, akarsu gibi...

...

"Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" yaşayacağımız bir dünyanın hasreti ile mücadeleye devam.

Yararlanılan kaynaklar

1- Fuat Mehmet "Gölgede Kalan Yıllar" Adam Yayınları

2- Fuat Mehmet "Nazım Hikmet; Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmalar, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri" Adam Yayınları

3- Hikmet Nazım " Yeni Şiirler" Adam yayınları

4- Hikmet Nazım "Son Şiirler" Adam Yayınları

5- Hikmet Nazım " Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" Adam Yayınları

6- İlhan Atilla "Sağım Solum Sobe" -Nazım Dosyasına Birkaç Belge- Bilgi Yayınevi

7- Karaca Emin "Nazım Hikmet'in Şiirinde Gizli Tarih" Belge Yayınevi

8- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi cilt 6 İletişim Yayınları

9- K. Simonov, "Bu Gün ve Yıllar Önce"- Nazım Hikmet- Söylem Yayınevi

10- Şişmanov Dimitrov "Türkiye'de İşçi ve Sosyalist Hareketi" Belge Yayınevi

11- Türkali Vedat "Güven" GEN-DAŞ Yayınevi

http://www.t-k-p.org sitesinden alınmıştır.